Abdurrahman b. Mehdi :
Tâbiîn devrinin büyük hadîs
âlimlerinden. Künyesi, Ebû Saîd’dir. Lû’lüî diye meşhûrdur. Ezd’in veya Benî
Anber’in âzâdlısı olduğu söylenir. 135 (m. 752) senesinde Basra’da doğup, 198
(m. 815)’de orada vefât etti.
Abdurrahman bin Mehdî
(r.a.) hadîs hâfızıdır. Yüzbin hadîs-i şerîfi senetleriyle birlikte
ezberlemiştir. Hadîs ilminde çok derin bir bilgiye sahiptir. Hadîs âlimleri de
onun bu üstünlüğünü kabul etmiş ve onu övmüşlerdir. O, bir kimseden rivâyet
yapınca o kimse, ondan sonra hüccet sayılırdı. Hadîs rivâyetinde çok titiz
hareket ederdi. Hadîsleri lâfızla rivâyet ederdi. Hem kendi hadîsini, hem de
başkasınınkini iyi bilirdi. Hadîs âlimleri, “O’na bir râvinin rivâyet ettiği
hadîs-i şerîf okunurdu. Şurası hatâ derdi. Sonra bu
hadîs, falan hadîsten şu
yönüyle alınmış derdi. Araştırdığımızda dediği gibi bulurduk, diye naklederler.
Eymen bin Nabil, Cerîr bin Hazım, İkrime bin Ammâr, Ebî Hulde bin Hâlid bin
Dinar, Mehdî bin Meymûn, İmâm-ı Mâlik, Şû’be, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne
ve daha bir çok zâtlardan hadîs rivâyet etmiştir. Abdullah bin Mübârek,
Abdurrahman bin Mehdî’nin hocasıdır. İbn-i Vehb, Oğlu Mûsâ, Yahyâ bin Maîn,
Yahyâ bin Yahyâ, Ebû Sevr,
Ebû Ubeyd ve daha başka büyük âlimler de ondan hadîs-i şerîf nakletmişlerdir.
Abdurrahman bin Mehdî (r.a.)
fıkıh ilminde de mütehassıs idi. İbn-i Medinî, meşhûr yedi fıkıh âliminin
(Fukâha-i Seb’a’nın) sözlerini en iyi bilenler arasında Abdurrahman bin
Mehdî’yi de saymışdır. Ahmed bin Hanbel hazretleri aynı zamanda Onun fıkıh
(hukuk) âlimi olduğunu söylemiştir. Abdurrahman bin Mehdî hazretleri ilmiyle
amel eden, islâmı nefisinde yaşayan bir zât idi. Kahkaha ile gülmez, sadece
tebessüm ederdi. Zamanındaki insanlar, din ve dünyâ işlerinde Abdurrahman bin
Mehdî hazretlerine
müracaat ederlerdi. Her
gece Kur’ân-ı kerîmin tamamını hatm ederdi (okurdu). Yarısını teheccüd
namazında, yarısını namazın dışında okurdu. Sohbetine ve ilim meclisine
gelenler, huzurunda, oturdukları zaman, başlarında sanki kuş varmış gibi, gayet
edebli ve dikkatli otururlardı. Onun bulunduğu meclise ilim, edeb ve ciddiyet
hakimdi. Birgün, Onun ilim meclisinde oturanlardan birisi gülmüştü. Bunun
üzerine, onu, ilim meclisine
iki ay gelmekten menetti.
“Bu, bizim meclisimize iki ay gelmesin,” dedi. Sonra, Allahü teâlâ’dan onun
için af diledi. Ona şöyle dedi. “İnsan, ilmi, gözyaşı dökerek istemeli. Çünkü
ilim, insana nefsi için bir hüccet (delil) dir” dedi. Abdurrahman bin Mehdî
hazretleri, gece sabaha kadar ibâdet etmişti. Bir ara, uykusu çok geldi.
Yatağına yattı, uyuyakaldı. Sabah namazına uyanamadı. Buna çok üzüldü. Bu
yüzden iki ay yatağa yatmadı. Abdurrahman bin Mehdî hazretleri zaman zaman
“Kabrinde mü’min olarak yatana gıbta ederim, onun gibi olmak isterim” derdi.
İbn-i Sa’d, O’nun sika (hadîs ilminde sözüne güvenilir) bir âlim olduğunu söyler.
Ahmed bin Hanbel O’nun için “Sanki hadîs için yaratılmıştır” der.
Abdurrahman bin Mehdî’nin
(r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
“İlim hususunda birbirinize
faydalı olunuz. Bir birinizden gizlemeyiniz, ilimdeki hıyânet,
maldaki hıyânetten daha
kötüdür.”
“İnsanlara teşekkür
etmiyen, Allahü teâlâ’ya şükr etmiş olmaz.” “Allahü teâlâ’ya yemin ederim ki,
benim gördüğümü görseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz.” Eshâb-ı kirâm o zaman
“Ne gördünüz? Yâ Resûlallah!” dediler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz
(s.a.v.) “Cenneti ve Cehennemi gördüm” buyurdu. Sonra Resûlullah (s.a.v.), imâm
olduğu zaman, rükû’ ve secde ve kendisinden önce gitmelerinden, namazdan
çıkmadan önce çıkmalarından onları menetti. “Ben sizi önümden ve arkamdan
görürüm” buyurdu. Hz. Âişe validemiz, Peygamber efendimize namazda iken sağa
sola dönmek hakkında sordu.
Resûlullah (s.a.v.) “O,
kulun namazından şeytanın bir kapması ve çarpmasıdır.”
“Âlim olan kişi, fitneyi
gelirken anlar. Cahiller de dönüp giden fitneyi anlar.”
“Meclislerinde
(bulundukları yerde) Allahü teâlâ’yı zikreden bir topluluğu, Allahü teâlâ’nın
rahmeti kaplar. Onları
melekler sarıp kuşatır. Allahü teâlâ onları, nezdindekilerin yanında över.”
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) Allahü teâlâ’nın şöyle buyurduğunu bildirir: “Sâlih kullarım için,
gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiçbir kimsenin aklına gelmeyen
ni’metleri hazırladım.”
“Bütün çocuklar
müslümanlığa elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları, sonra anaları, babaları
Hıristiyan, yehûdi ve dinsiz yapar.”
Resûlullah (s.a.v.) Allahü
teâlâ’nın şöyle buyurduğunu bildiriyor. “Kulum Beni nasıl zannederse öyle
bulur. Kulum Beni anınca, ben onunla beraber olurum. O bana bir karış
yaklaşırsa, ben ona bir zira (arşın) yaklaşırım. Bana bir zira yaklaşırsa ben
ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak
yaklaşırım.”
“Bir kişilik yiyecek, iki
kişiye, iki kişilik yiyecek, dört kişiye, dört kişilik yiyecek, sekiz kişiye
yeter.”
Necâşî vefât ettiği zaman,
Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Onun için Allahü teâlâ’dan mağfiret dileyiniz”
buyurdu. “Cennette bir ağaç vardır. Yolcu onun gölgesinde yürür, fakat yine
bitmez, sona ermez.”
Ümmü Seleme’den şöyle
rivâyet edilmiştir. “Resûlullahın en sevdiği amel, az da olsa devamlı
olanıdır.”
“Saflarınızı düzeltiniz,
dosdoğru yapınız.”
“Sahur yemeğini yeyiniz.
Çünkü onda bereket vardır.”
“Kim Allahü teâlânın
kitabını (Kur’ân-ı kerîmi) öğrenir, sonra içindeki emir ve yasaklara uyarsa,
Allahü teâlâ, onu dünyâda hidâyete erdirir. Kıyâmet gününde onu kötü hesap
vermekten muhafaza buyurur.”
“Kul şu yedi âzâ üzerine
secde eder, yüzü, iki avucu, iki dizi, iki ayağı.”
“Resûlullah (s.a.v.) sağ ve
sol taraflarına selâm verirken, mübârek yanakları görününceye kadar başlarını
çevirirlerdi.” “Sadaka verip, sonra vazgeçenin durumu, kusup, sonra onu yiyen
köpeğin durumu gibidir.”
“Resûlullah (s.a.v.) kırık
bardaktan içmeyi yasaklamıştır.”
“Kim sabah olunca, üç kere
“Bismillâhillezî la yedurru measmihî şey’ün filardı velâ fissemâ’ ve
hüvesse-mîulalîm” derse akşama kadar başına bir belâ gelmez. Akşamleyin okursa,
sabaha kadar başına musîbet gelmez.” “Âlimin, âbide üstünlüğü, dolunay halindeki
ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.”
“Kim yatsıyı cemaatle
kılarsa, gecenin yarısını ibadetle geçirmiş gibi, sabah namazını cemaatle kılan
kimse, bütün geceyi ibadetle geçirmiş gibi olur.”
“Bir kimse Allahü teâlâ’ya
îmân edip, namazını kılar, zekâtını verir, Ramazan orucunu tutarsa, Allahü
teâlâ ona Cenneti ihsan eder.”
“Cennet yüz derecedir. İki
derece arası yerle gök arası kadardır. Allahü teâlâ’dan Firdevs’i
dileyiniz. Çünkü o Cennetin
ortasıdır. Onun üstünde, Allahü teâlânın Arşı vardır. Nehirler oradan
fışkırır.”
“Cimrilik ve korkaklık
insanda bulunan kötü huylardandır.”
Resûlullah’a, ne zaman
Peygamber olduğu soruldu. “Âdem, ruh ile cesed arasında iken” buyurdular.
“Kim cenâzeye tâbi olur,
onun namazını kılarsa, onun için bir kırat ecir vardır. Kim, onun
defninde bulunursa, ona iki
kırat ecir vardır. Eshâb-ı kirâm “Yâ Resûlallah, iki kırat nedir?” diye
sordular. Resûlullah (s.a.v.) “Onların en küçüğü Uhud dağı kadardır.”
buyurdular.
Hişam’dan şöyle rivâyet
etmiştir: “Resûlullahın Eshâbı, üç yerde sesli olmayı hoş görmezler:
Muharebede, cenâzede, zikir anında.”
“Siz kıyâmet gününde, sizin
ve babalarınızın isimleriyle çağırılırsınız. Onun için güzel isimler koyunuz.”
“Kim bilerek söylemediğim bir sözü bana isnâd ederse (söyledi derse) Cehennemdeki
yerine hazırlansın.”
“İnsana, bir sene bir ay,
bir hafta bir gün, bir gün bir an gibi gelinceye kadar, kıyâmet kopmaz.”
Ebû Hureyre (r.a.)
Peygamber efendimize (s.a.v.) “Yâ Resûlallah! Seni görünce, içim rahatlar, bir
sevinç hasıl olur. Bana Cennete girmeme vesîle olacak bir ameli bildir.” dedi.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz (s.a.v.) ona “Güzel sözlü ol. Selâmı yay,
akrabanı ziyâret et, insanlar gece uyurken sen namaz kıl. O zaman Cennete
selâmetle gir.”
“Bir kimse Allah yolunda
şehîd edilince, ondan yere akan ilk damlaya karşılık, bütün günahları
bağışlanır. Ona Cennetten bir örtü ve bir cesed gönderilir. Ruhu o örtü
içerisinde kabz olunur (alınır). Sonra ruh o Cennetten getirilen cesede biner.
Bu şekilde meleklerle beraber yükselir. Öyle bir hale kavuşur ki, sanki Allahü
teâlâ, onu yarattığından beri o meleklerle berabermiş gibi olur.”
Peygamber efendimiz
(s.a.v.), Mekke’yi fethettiği zaman, şeytan, kuvvetle bağırdı. Askerleri yanına
toplandı. Onlara “Bugünden sonra, Muhammed’in (s.a.v.) ümmetinin şirk üzere
olmalarını istemekten ümidinizi kesiniz. Fakat, dinleri hususunda onların
kalblerini saptırınız. Aralarında ölüye feryad ederek ağlamayı yayınız.”
Abdullah İbn-i Mes’ûd şöyle
anlatır: Ahkâf sûresini okurken aramızda ihtilaf etmiştik. Resûlullah’a
(s.a.v.) gittik. Durumu arz ettik. Bunun üzerine: “Aranızda ihtilaf etmeyiniz.
Sizden öncekiler, aralarında ihtilaf etmeleri sebebiyle helâk oldular. Şimdi,
bakınız, birine okutacağım. Onun, okuduğu gibi okuyunuz” buyurdular.
Abdurrahman bin Mehdî hazretleri buyurdular ki:
“Dini mes’elelerde,
güvenilir ve ehil kimselerden duymadıkça bir şeyi söylememelidir. Yoksa insan
günaha girer.”
“Bir kimse, ilim bakımından
kendinden üstün bir kimse ile karşılaşınca, bunu fırsat ve ganimet bilmelidir.
Çünkü onun ilminden istifade eder. Kendi dengi birisi ile karşılaşınca, bir
biriyle müzakere eder ve birbirlerinden faydalanırlar. Kendisinden aşağı bir
kimse ile karşılaşınca, ona tevazu gösterir ve bir şeyler öğretir. Her
işittiğini söyleyen, istisnaî ve şaz (kaide dışı) meselelere göre konuşup,
anlatan kimseler, ilimde yüksek mertebeye erişemezler.”
“İyice ezberleyip, zabt
etmeden hadîs rivâyet etmek harâmdır.”
“İnsanın ilme olan
ihtiyacı, yemeye, içmeye olan ihtiyacından daha fazladır.” “Kim, Kur’ân-ı kerîm
mahluktur (yaratılmıştır) derse, onun arkasında namaz kılma, onunla yolda
beraber olma.”
Abdurrahman bin Mehdî
hazretlerine, Kur’ân-ı kerîme mahlûk diyen kimse hakkında ne dersin? diye
sordular. Şöyle buyurdu: “Elimden gelse, bir köprü üzerinde durur, her yanımdan
geçene, Kur’ân-ı kerîm’e mahluk deyip, demediğini sorarım, Kur’ân-ı kerîm
mahluktur diyenin boynuna vurup, onu suya atardım.”
“Ehl-i Sünnet vel-Cemaat
itikadına sarıl. Ehl-i Bid’at ile oturup kalkma. Onların yanına gitmek, onlara
kıymet vermek olur.”
“Mü’minde, küfürden sonra,
yalandan daha kötü bir haslet yoktur. Çünkü yalan en şiddetli bir nifak
alâmetidir.”
Abdurrahman bin Mehdî’ye
(r.a.) “Dinine bağlı olmayan bir kimse ile arkadaşlık etmek hakkında ne
dersin?” diye sorulunca, “Böyle kişilerle beraber olma, çünkü o, sana pis veya
harâm bir şey yedirebilir.” Yine, ölümü istiyen kimse hakkında sorulunca,
“Dinine zarar geleceği korkusundan, ölümü istemekte bir mahzur yoktur. Fakat,
yoksulluk, ihtiyaç, eziyet ve buna benzer şeylerden, dolayı ölüm temenni
edilmez.”
Ya’kub bin Muhammed’den
rivâyet etmiştir. “Ticârete sarılınız. Çünkü babanız, İbrâhîm (a.s.)
Manifaturacı idi.”
Ebû Hüreyre’den rivâyet
etmiştir: “İblis dedi ki: “Bir âlim bana, bin âbidden (çok ibadet edip, ilmi
olmayan) daha şiddetlidir. Çünkü, âbid sadece ibadet eder. Âlim ise, insanlara,
onlar âlim oluncaya kadar ilim öğretir.”
Nâfi’den rivâyet etti:
“Lokman Hakîm oğluna: “Ey oğul! İyi meclisleri seç. Allahü teâlâ’nın ism-i
şerîfinin anıldığı bir meclisi, bir topluluğu görürsen oraya otur. Eğer âlim
isen, oradakiler senin ilminden faydalanırlar. Eğer, âlim değilsen, oradakiler,
sana bir şeyler öğretir. Eğer, Allahü teâlâ oraya rahmetini ihsan ederse, orada
bulunanlarla beraber sana da isabet eder. Ey oğul; Allahü teâlâ’nın anılmadığı
yerden uzaklaş. Oraya oturma. Çünkü, sen âlim isen, oradakiler senin ilminden
istifade etmezler. Âlim değilsen,
cehâletini daha da
arttırırlar. Bildiklerini de unutursun. Eğer Allahü teâlâ, oradakilere azabını
gönderirse, onlarla beraber sana da isabet eder. İnsanların kanlarını döken
kimseye gıpta etme. Çünkü Allahü teâlâ’nın nezdinde, onu da öldürecek birisi
vardır.”
Rebî’ bin Haysem, Mufaddal
bin Yunus’dan rivâyet etmiştir: “Ben nefsimden râzı değilim. Çünkü o kendi
ayıpları ile değil de başkasının ayıpları ile uğraşıyor, insanların şaşılacak
halleri vardır. Başkalarının günahlarından korkarlar, fakat kendi günahlarından
sanki emin gibidirler.”
Muhammed bin Talha’dan
rivâyet etti: Ömer bin Abdülazîz, Abdulhamid bin Abdurrahman’a yazdığı bir
mektubunda şöyle dedi: “İslâmda, adalet ve ihsan çok mühim bir mes’eledir.
Kendi nefsine çok dikkat et Ona Allahü teâlâ’nın beğendiği şeyleri yaptır. Şunu
iyi bil ki, günahın küçüğü yoktur. Sakın bu günah küçüktür diye onu hafif
görme.”
Kaynaklar:
-----------------
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-9,
sh-3
2) Tezkiret-ül-Huffâz
cild-1, sh-329
3) El-A’lâm cild-3, sh-339
4) Tehzîb-üt-tehzîb cild-6,
sh-276
5) Târîh-i Bağdâd cild-10,
sh-240
6) El-Lübâb cild-3, sh-72
7) Tabakât-ı Hanâbile
cild-1, sh-206
8) Vefeyât-ul-a’yân cild-2,
sh-387-388
9)
El-Menhel-ül-azb-ül-mevrûd cild-1, sh-61
10) Mu’cemul-müellifîn
cild-5, sh-196
11) Miftâh-üs-se’âde
cild-2, sh-217, 261, 290, 296
12) Tabakât-ül-kübra
cild-1, sh-63 (113)